Tüm Empresyonistler arasında en önemli figür ressamıymış ve ‘Rubens’den Watteau’ya geçen geleneğin son temsilcisi’ olarak tanımlanmış Renoir.
İşçi sınıfı ailenin oğlu olarak Fransa‘nın Limoges kentinde 1841 yılında doğmuş. İkisi de terzi olan anne ve babasının Renoir’den başka dört çocuğu varmış. Renoir 4 yaşındayken Paris’e taşınan aile kalabalık nüfusuyla geçim sıkıntısı çekiyormuş.
Renoir, devlette, endüstride ve en önemlisi kültürde meydana gelen devrimlerin değiştiği bir kentte büyümüş.
13 yaşından itibaren bir porselen ressamının yanında çıraklık yapmış biriktirdiği para ile 1862’de Gleyre’in atölyesine girmiş. Burada Monet, Sisley ve Bazille, kısa süre sonra da Pissarro ve Cezanne’la arkadaş olmuş.
Eserleri, 1864’ten itibaren Salon’da sergilenmeye başlamış. 1869’da Monet’le birlikte Seine nehrinde, çoğunlukla da Paris’lilerin hafta sonları dinlenmek üzere gittikleri La Grenoullier’de çalışmışlar.
1870’lerde bir portre ressamı olarak başarıyı yakalamış. Sekiz Empresyonist serginin dördüne katılmış ve kariyeri boyunca 6000 civarında resim üreterek en üretken Empresyonistlerden biri olmuş.
Renoir özellikle insanla ilgili portreler, dansçılar, tiyatro ve arkadaş gruplarını; çiçekler ve manzaraları resimlemiş.
1881 ‘e gelindiğinde sanat taciri Durand-Ruel çalışmalarını düzenli olarak satın almaya başlamış.
Paris’in modern görünümleri, ona diğer Empresyonistlerden çok daha fazla çekici gelmiş. Figürlerini doğal pozlarda ve ortamlarda resmetmiş, güneş ışığı ve gölgede oluşan renk değişimlerine odaklanmış.
1880’lerde yumuşak Empresyonist fırça vuruşları yerine ‘kuru üslup’ olarak bilinen dalgalı firça izlerini kullanmaya başlamış. Titiz ve özenli bir şekilde çalışan sanatçının renkleri daha soğuk ve yumuşak bir hal almış. Daha sonra alacalı gün ışığında nüler betimlediği titrek, zengin renklere ve serbest firça tekniğine dönmüş.
Saf fildişi siyahını kullanan az sayıda Empresyonistten biriymiş. Yirminci yüzyılın başında eklem iltihabı nedeniyle sağ kolu felç olmuş fakat bu dönemde eserlerine yönelik büyük bir talep varmış ve bileğine bir fırça bağlayarak resim yapmayı sürdürmüş.
Empresyonizmin önemli yapıtlarından biri olan Moulin de la Galetie’de-1876, tuval üzerine yağlıboya, 131 x 175 cm, Orsay Müzesi, Paris.
Dans ve kahkaha arasında umursamazlık içinde geçen bir pazar öğleden sonrası betimlenmiş. Sanatçının dostları, açık havada yapılan bu resim için ortamın canlılığını ve dinginliğini tam olarak yansıtabilmek amacıyla lokalin bahçesinde modellik yapmışlar.
Parisliler’in popular eğlence yeri, Paris’in bohem bölgesi Montmartre yakınlarında bir yermiş. Resim, kıpır kıpır sahneyi dolduran, dans eden ve oturan insanlar üzerinde leke ve gölge oyunları yapan parlak bir ışıkla karakteristik biçimde aydınlatılmış.
Empresyonizmin bütün sanatçıları orta sınıftandır, ancak hepsinin Degas’ın ya da Manet’inki gibi, aileden gelen bir ekonomik güvencesi yokmuş.
Sanat yaşamı boyunca büyük değişim geçirmiş Renoir. Erken dönem yapıtları güncel yaşam sahnelerine odaklanırken daha sonraki çalışmalarında daha geleneksel konuları portreler ve figürlü kompozisyonları işlemeye başlamış. Bu değişikliklere karşın Renoir bütün sanat yaşamı boyunca çıplak temasına daima sadık kalmış. Ressamın yaratıcılığının gelişmesindeki son evre özellikle kadın çıplaklığını yansıtan yapıtlarının bolluğu ile tanımlanmakta.
1880 yılında evinin yakınlarında oturan ve terzilik yapan on dokuz yaşındaki Aline Charigot ile tanışmış. Aline, ressama poz verirmiş, sık sık Seine Nehri kıyısında vakit geçirmeye başlamışlar.
Renoir’ın ünlü tablosu, ”Tekne Gezisinde Öğle Yemeği”, Aline’in de kucağında küçük bir köpekle görüldüğü bir Seine manzarası bu gezintilerden gelmektedir.
Aline, 1881 yılında ressamın yanına taşınmış. İlk çocukları Pierre, 1885’te dünyaya gelmiş. 1890 yılında evlenmişler. Dört yıl sonra Renoir’ın ikinci oğlu Jean dünyaya gelmiş. Büyüdüğünde babasının biyografisi dahil birçok kitabın yazarı olmasının yanı sıra ünlü bir film yönetmeni olmuş.
Jean’ın doğumundan sonra Aline’nin on beş yaşındaki kuzeni Gabriel, ailenin yanında kalmaya başlamış ve küçük Jean’ın bakmını üstlenmiş. Gabriel daha sonra ressamın en gözde modeli olmuş.
Bu süre zarfında giderek izlenimcilikten uzaklaşan ressam, artık figürlerini daha net ve kesin çizgilerle betimlemeye başlamış. Sanatçının izlenimcilikten uzaklaşan bu yeni dönemine ‘Kuru Dönem’ denmiş. Bu dönemde Renoir, yüzyıllardır değişmeyen geleneksel değerlere dönüş yaptımış. Yeni seçtiği yöndeki ilerleyişinin en son noktası ”Yıkananlar” adlı büyük boy tablosudur.
1901 yılında altmış yaşındayken üçüncü oğlu olmuş. Beş sene sonra romatizma hastalığına yakalandığı için Akdeniz kıyısındaki Cagnessur-mer’e yerleşmiş. Ancak 1911 yılında iyice rahatsızlanarak kötürüm kalmış. Ardından 1915 yılında eşini kaybetmiş. Ömrünün sonuna doğru rahatsızlığı o kadar şiddetlenmiş ki artık ellerini doğru düzgün kullanamadığı için bandajlarının arasına sıkıştırdığı fırçalarla resim yapmaya çalışmış.
Geçim sıkıntısı da çekmeye başlamış. Eski dostlarının yardımıyla yaşamını 1919 yılına kadar güç de olsa sürdürmüş. Yetmiş yedi yaşında, öldüğü günün sabahında zatürreden ağır hasta olmasına rağmen resim yapmak istemiş.