Bir gazetecinin oğlu olarak 1848’de Paris’te dünyaya gelmiş Paul Gauguin. Babasının gazetesinin Napoleon’u eleştiren yazıları nedeniyle Gauguin ailesi Peru’ya taşınmış. Babası yolda ölmüş, altı yaşında Paris’te yatılı bir okulda kalmaya başlayıncaya kadar günlerini Peru’da geçirmiş. 16 yaşında gemilerde zabit olarak çalışmaya başlamış. Yolculuktayken annesinin ölüm haberini almış. Bir borsa şirketinde iş bulmuş. Başarılı ve zengin olan Gauguin, iyi bir resim koleksiyoncusu olan Arosa’dan etkilenerek resimle ilgilenmeye başlamış.
Resim kurslarına gitmiş ve sanat üzerine derin sohbetlere girmiş. Bir resmi 1876 Paris Salon Sergisi’ne kabul edilmiş fakat beğenilmemiş.
1876 yılında, izlenimcilerin en önemli ismi Pissarro’yla tanışmış. Gauguin ile geçirdiği dönem, sanatçının kendisinden etkilenmesine neden olmuş. Bu dönemde Monet, Sisley ve Pissarro etkisi altında izlenimci resimler üreten Gauguin, bütün olumsuz eleştirilere ve eşinin karşı çıkışlarına rağmen resim tutkusu her şeyin önüne geçmiş. 1883’te borsada yaşanan kriz nedeni ile bunalıma giren Gauguin borsacı-sanatçı olarak sürdürdüğü çifte yaşamında birden değişiklik yapmaya karar vermiş.
1883 yılında 35 yaşındayken işini bırakmış, tüm zamınını resim yapmaya ayırmış. Eşi çoçuklarını alarak ailesinin yanına dönmüş. 1887 yılında Panama’ya ardından da Martinik Adası’na geçmiş. Buradaki resimleri empresyonizmden ayrılışını da beraberinde getirmiş.
Gauguin, 1888’de Arles’e giderek bir süre Van Gogh’un yanında yaklaşık 2 ay çalışmış, ancak iki sanatçının arasındaki uyuşmazlıklar üst seviyeye çıkınca buradan ayrılmış. Arles’de Van Gogh ile beraber kalmış Gauguin, resim teknikleri ile ilgili bir tartışma sonrasında Gauguin ile arkadaşlıklarının bozulmasına çok üzülen ve kötüleşen ruh sağlığının da etkisiyle kulağını bir usturayla kendisi kesmiş Van Gogh. Bu hikaye bugune kadar böyle bilinirdi.
Fakat Alman sanat tarihçileri tarafından yapılan bir araştırmaya göre,Vincent Van Gogh’un kulağını kendisi değil “bir hayat kadını yüzünden tartıştığı” arkadaşı Paul Gauguin kesmiş. Hamburg Üniversitesi’nin araştırmalarına göre 1888’de gerçekleşen olayda, aynı evde kalan ikili arasında Rachel isimli bir hayat kadını yüzünden tartışma çıkmış.
Aralarındaki tartışmanın alevlendiği bir anda Gauguin kılıcını çıkartarak Hollandalı ressama doğru savurmuş ve arkadaşının sol kulağını kesmiş. İkili olay hakkında konuşmama kararı alarak birbirlerinden ayrıldığını aktarmakta tarihçiler. Uygar dünyaya ait tüm sorumluluklarını geride bırakarak, yeni arayışlar için çıktığı yolculuğunda Güney Pasifik’in yerlileri arasına yerleşmiş Gauguin. Resimlerinide yeni yaşam tarzından etkilenerek yapmış.
Sanatçı, tercihin nedenlerini daha Fransa’dayken şu sözlerle belirtmiş. “Bir gün, hem de yakın bir gün-, sıcak deniz adalarının ormanlarına saklanacağım. Büyük bir coşku içinde gömüleceğim sessizlikte yalnız sanatımı yaşayacağım. Kendime, uygar Avrupa’da para üstüne dönen kavgalardan habersiz bir aile kuracağım. Tahiti’de, tropikal gecelerin büyülü güzelliklerine dalıp, kendimden geçeceğim ve yalnızca kalbimin yumuşak müziğine kulak vereceğim”
63 günlük bir yolculuktan sonra, 1891 yılında Tahiti’ye ulaşmış. Sanatçı; tanıştığı bu yeni yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışmış, yerlilerden biri olmak için çabalamış. 1893 yılında Tahiti’den ayrılıp ve Paris’e dönmüş. Açtığı ilk sergisi büyük bir olay yaratmış. Resimleri kaba ve ilkel bulunmuş. Bu dönemde ailesinden kalan miras da onu maddi anlamda biraz rahatlatmış. Uygunsuz davranışları çevrenin tepkisine neden olduğu 1895’te tekrar Tahiti’ye gitmiş.
İntihara kalkışmış ama başarılı olamamış. Son bir gayretle belki de en iyi resmi olan ve insan yaşamının sürecini anlatan 1898 tarihli “Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?” isimli resmini yapmış. Bu resmi için 1901 yılında dostu Charles Morice’e yazdığı mektupta şöyle demiş: “Ölmek istiyordum. Bu umutsuzluk içinde elime geçen bir çuval parçasına bu konuyu bir çırpıda aktarıverdim. Resmi imzalamaya elim varmadı. Arsenik içtim ama yine de ölmedim. Sadece ıstırabım arttı…”
“Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?” isimli eser ilkel yaşantının bir tasviri olmasının yanında, resimde yer alan öğelere yüklenen sembolik anlamlarla bir yaşam felsefesinin de ilanı. Sanatçı; insanın yeryüzündeki konumunu, doğasını ve bu ikisi arasındaki çelişkileri metaforlar kullanarak anlattığı görülür. Bu anlatımın işaret ettiği en önemli nokta; ilkel yaşayışın yüceltilmesi ve modern yaşam tarzımızın kökenlerini oluşturan bilgiye sahip olarak özümüzden uzaklaştığımızdır.
Gauguin, ülkesine dönemeden 1903 yılında Tahiti’de frengi hastalığından hayatını yoksulluk içinde kaybetmiş.