1940’larda ortaya çıkışından itibaren, “Soyut Dışavurumculuk”kelimeleri veya düşünceleri farklı bir şekilde ifade etmenin, yeniden tanımlamanın ve gözden geçirmenin konusu olmuş. Soyut Dışavurumculuk akımı Amerika Birleşik Devletleri’nin farklı bir Amerikan kimliği yaratılma mitinin bir parçası olma özelliği taşıdığı için önemli bir sembolik değere sahiptir.
Kural tanımaz bir tavır üstlenmiş olan Soyut Dışavurumculuk akımı II. Dünya Savaşı’nın son yıllarında ortaya çıkmış. Alışılagelmiş temel plastik değerlere uyma zorunluluğu duymadan formlar içten geldiği gibi kurgulanarak dramatik ya da lirik bir ruh hali ile tuvalde biçimlendirilmişler. Spontan bir kurgu anlayışı söz konusudur. Soyut Dışavurumcu sanatçılar genellikle büyük boyutlu tuvallerin üzerine yüzeysel soyut biçimlere yer vererek; damlatma, fırlatma, kazıma gibi farklı teknikleri kullanmış.
Sanat merkezinin Paris’ten New York’a kaymasının nedenlerinden ilki I. Dünya Savaşı olmuş. Çünkü savaştan sonra Amerika tüm dünyaya rüştünü ispatlayarak güçlü bir devlet konumunu almış. Savaş Fransız ressamların Amerika’yı keşfetmesine olanak vermiş ve Amerikan resminin Avrupa etkisinden kurtulmasına ön ayak olmuş. Pollock aşırı derecede münzevi ve alkolik olmasına rağmen ünlü “akıtma” resimleri en çok Sürrealizm’den etkilenmiş.
Pollock, beş erkek kardeşten biri olarak ABD, Wyoming’de dünyaya gelmiş. Arizona ve Kaliforniya’da büyümüş. Babası önce çiftçiymiş. Çocukken babasıyla katıldığı arazi ölçüm gezilerinde Pollock yerli Amerikan kültürünü tanımış. 18 yaşında erkek kardeşi ile New York’a gitmişler.Pollock’un sanatı, 1930’larda kısa bir süre Benton’un etkilerini göstermiş fakat hemen ardından kendi fikirleri ön plana çıkmış. Sanatının ilk döneminde Pollock ayrıca Meksika Duvar Resmi ve Sürrealizm’den etkilenmiş. Büyük Buhran yılları onun için zor geçmiş. Pollock John Graham tarafından 1937 yılında kaleme alınmış ‘Primitif Sanatlar ve Picasso’ adlı makaleyi Pollock’u çok etkilemiş. Bilinçaltının sanat üzerindeki önemini anlatan bu makale sonrasında gizli duyguları ve imajları resmine aktarmaya başlamış.
Pollock 1941 yılında katıldığı karma bir sergide, kendisi gibi bir ressam olan Lee Krasner ile tanışmış çift kısa bir süre içinde birlikte yaşamaya başlamış. Pollock, geniş bir çevresi olan Krasner sayesinde, dönemin ünlü ressamları ve sanat eleştirmeni Clement Greenberg ile tanışma fırsatı bulmuş. İlk eleştirel değerlendirmeleri, resimleri 1943’te New York’taki bir sergide Picasso’nun çalışmalarıyla birlikte sergilendiğinde almış.
Psikolojiye olan ilgisinin yanı sıra Pollock aynı zamanda çok sıkı bir caz dinleyicisiymiş. Lee Krasner’ın da bir röpörtajında belirttiği gibi, Pollock için caz Amerika’dan çıkan tek orjinal sanat formuymuş. 1938-42 arasında Federal Sanat Projesi’nde (WPA-FAP) görev almış. 1945’te, konusu ve ifade yüklü içeriği doğrudan doğruya resim yapma eylemi olan özgün ve etkili eserlerini yaratmaya başlamış. Bunlar geniş, karışık bir şekilde iç içe geçmiş, fırlatılmış ve dökülmüş boya izlerinden oluşuyormuş.
Pollock’un damla stili, teknik olarak ilk defa uygulanan bir buluş değilmiş. 1920’li yılların ortalarında Sürrealist’lerde boyayı akıtarak veya sıçratarak deneysel bir şekilde yüzeye uygulamışlar. Ancak Pollock’un resimlerinin diğerlerinden ayrılma sebebi, tekniği kullanma şekli ve resimde devrim olarak sayılan bu yaklaşımı biçimlendiren düşünceleri olmuş.
Ayrıca sanatçının resimlerinin birçoğuna isim verirken numaraları tercih ettiği de bilinmektedir. Astarlanmamış tuvalleri yere yayarak çalışmış. Fırçaları bırakmış ve boyayı doğrudan tuvale fırlatıp dökmüş. 1945’te onun üzerinde büyük etkisi olan Lee Krasner’le (1908-84) evlenmiş. 1956 yılında bir araba kazası sonucu hayata veda etmiş.
Jackson Pollock’un problemlerle dolu yaşam öyküsünü Ed Harris’in performansı ile mutlaka seyredin.