14. yüzyıl boyunca Flaman şehri Bruges,ticari başarılarını kutlamak üzere resimler sipariş eden varlıklı tüccarlarla dolu en önemli sanat merkezlerinden biri olmuş.
İtalya’da Fra Angelico örneğinde olduğu gibi Jan van Eyck bir el yazması ressamı olarak eğitim almış kısa sürede bir ressam olarak üne kavuşmuş.
1422’de Lahey’de Hollanda kontunun saray ressamı olarak çalışmaya başladığında adı duyuluyor. Döneminin çok ilerisinde resimler yapması, ilklere imza atması bir tarafa, bir de marjinal tavırları olan, cesur bir ressammış. 35 yaşında, yolun yarısında ölmüş.
Jan Van Eyck, büyük bir olasılıkla, Liege yakınlarındaki Maaseik’te doğmuş. Kendisi kadar ünlü bir ressam olmayan ağabeyi Hubert Van Eyck’ın etkisiyle resim yapmağa başladığı sanılıyor.
Genç yaşta düklerin hizmetine girmiş. Dostu olan İyi Philippe, ona İspanya ve Portekiz’de önemli diplomatik görevler vermiş. Sonrada Brugge’ye yerleşen Van Eyck, Mistik Kuzu diye anılan mihrap arkalığını o tarihlerde yapmış (1432). Kısa sürede servete ve üne kavuşan sanatçı, ölünceye kadar zengin ve gösterişli bir büyük burjuva hayatı yaşamış.
Tarihçi Vasari’nin, yağlıboya resmi Van Eyck’a icad ettiğini söyler.Fakat tam olarak öyle değildir. Van Eyck’ın yağlı boya resim tekniğini geliştirmiştir. Reçineyle karıştırdığı boyayı ince tabakalar halinde üst üste sürerek, ışık oyunlarını ve renklerin açıklığını-koyuluğunu büyük bir kesinlik ve gerçeklikle vermeyi başarmış, sonradan bütün Flaman ressamları onun bu ustalığından yararlanmışlar. Bu katmanlı teknik, Van Eyck perspektifinin ve zengin renklendirmenin yanı sıra ışığın kullanımı için çok önemliydi. Dolaylı ışıklandırmanın kullanımı, çalışmalarına mistik bir his vererek zamana yayılan pürüzsüz bir ton veriyormuş.Tek bir ışık kaynağının kullanımı, diğer bölgelerdeki Rönesans hareketi içinde popüler hale gelirken, Van Eyck, yüzeyleri yansıtan dolaylı ışık kullanımında ustaymış.
Fakat Van Eyck’ın en büyük özelliği, Ortaçağ geleneklerinden ayrılan ilk ressam oluşudur; o zamana kadar dinsel tabloların şaşmaz bir özelliği olan simgelerle anlatımı bir yana bırakmış, resimde ilk defa günlük hayata yer vermiş. Doğa, kişiler, her gün kullanılan ev eşyası onun fırçasında büyük bir önem kazanır; hem içten, hem de esrarlı yönleriyle yakalayıp tablolarına aktardığı bu öğeleri inanılmayacak bir kusursuzlukla işler.
Bu dönemde ün kazanmış pek çok sanatçı için söz konusu olduğu üzere van Eyck’ın bazı eserlerinin ona ait olup olmadığı konusunda belirsizlikler vardır. 1432’de Ghent Katedrali’ndeki büyük sunak resmi olan Kutsal Kuzuya Tapınma’yı (Ghent Sunak Resmi olarak da bilinmektedir) tamamlamış. Çerçeve üzerindeki yazıda,
resmi daha büyük olan ressam Hubert van Eyck tarafındın başlandığı ancak resmin sanat anlamında ikinci sırada gelen Jan tarafından bitirildiği ifadesi yer almaktadır.
Ağabeyi Hubert’in, Jan’ın yaşça büyük erkek kardeşi olduğuna Ghent Sunak Resmîni tamamlamadan öldüğü’ ne inanılmaktadır. Sorun, resmin ne kadarını Hubert’in yaptığının bilinmemesidir. Üslup olarak resimde belirgin farklılıklar yoktur.
Bu dönemde çizgisel perspektifin İtalya’da oldukça yeni olduğu dikkate alındığında van Eyck, bu konuda da dikkat çekici bir şekilde başarılıymış.
Bir zamanlar düşünüldüğü gibi bir evlilik resmi olmasa da Giovanni ve Giovanna Arnolfini’nin, bu zengin şekilde döşenmiş odada betimlendikleri portresi sembolizmle doludur.