Ülkesinin politik gidişatına müdahale eden çağının rakipsiz ressamı olarak kabul edilen Jacques-Louis David, Neoklasik üslupta kusursuzluğa ulaşmış.
Fransız Devrimi’nin coşkulu ruhunu ve Napolyon dönemini göz önünde bulundurmadan onun sanatını anlamak biraz zordur.
Fransız Devrimi’nin bir destekçisiymiş David. Dokuz yaşndan itibaren, her ikisi de mimar ve müteahhit olan amcaları François Buron (1731-1818) ve JacquesFrançois Desmanisons (y. 1720-89) tarafından yetiştirilmiş genç David, iyi bir eğitim almış.
Ailesi bir mimar olmasını istemiş fakat o ressam olmakta ısrarlıymış ve resim eğitimi almak üzere uzaktan bir akrabası ve dönemin önde gelen ressamı François Boucher‘in yanına gönderilmiş.
Boucher, Rokoko üslubun David için uygun olmadığı düşüncesi ile David’i Acadâmie Royale de Peinture et de Sculpture’de ders veren arkadaşı Joseph-Marie Vien’in (1716-1809) yanına yönlendirmiş.
David, 1774’te saygın sanat bursu Prix de Rome’u kazanmış. Bu, onun 1775-1780 arasında Roma’daki Fransız Akademisi’nde beş yıl eğitim almasını sağlamış.
Tipik bir rokoko resminde adaleli tanrıların kavradığı büyük göğüslü kadınlar ve etraflarını tombul melekler çevirir. Bu üslup, Güneş Kral XIV. Louis’nin hükümdarlığı sırasında (1643-1715) Fransız monarşisinin gayri resmi sanat üslubu haline gelmiş ve 1700’lerin büyük bölümünde popülerlik kazanmış.
Fransa’ya döndüğünde Rokoko üslubu artık tamamen reddetmiş ve özellikle Roma’da görmüş olduğu Raffaello‘nun resimlerinden etkilenerek daha klasik bir yaklaşım geliştirmiş.
1789’daki Fransız Devrimi’nden sonra David, siyasi yaşama etkin bir şekilde katılmış. 1791’de Konvansiyon’a Paris’ten vekil seçilmiş. 1793’te XVI. Louis’nin ölümü doğrultusunda oy kullanmış.
Bu biraz çelişkili bir durummuş çünkü kral onun kuvvetli bir destekçisiymiş. Bununla birlikte, daha sonra radikallerin rejiminden ayrılmış ve Robespierre’i desteklemeye başlamış.
Sanatını yeni halk düzeninin propagandası için kullanmış. Robespierre ve en yakın destekçileri düşünce, David iki kez yakalanmıi ve giyotine gitmekten son anda kurtulmuş.
Siyasi kariyeri sona ermiş fakat sanatsal kariyeri canlanmış. Napolyon, Fransa’ya düzeni yeniden getirdiğinde David, çalışmalarını ona adamış. 1803’te Napolyon, David’i Onur Nişanı’yla ödüllendirerek şövalye ilan etmiş.
Napolyon’un düşüşünün ardından ve Bourbon restorasyonuyla kendisine saray ressamlığı önerildiyse de David reddetmiş ve 1816’da Brüksel’e kaçmış.
Ona Fransa’ya dönmesi için birkaç fırsat tanınmış fakat kabul etmemiş. Kral, eğer özür dilerse geri dönüşünde memnuniyetle karşılanacağını duyurmuş. David hayli vakarla cevap vermiş: “Bana geri dönmek için yapmam gereken şeylerden bir daha asla söz etmeyin. Hiçbir şey yapmam gerekmiyor; ülkem için yapmam gerekenleri, yaptım zaten.”demiş.
David 1825’te sağlığı bozulana kadar resim yapmayı sürdürmüş. Ailesi onun sevgili Fransa ‘sında gömülebileceğini umut ediyormuş fakat hükümet kabul etmemiş.
David’in ölümünün ardından, aile, yaklaşık otuz yıl rulo halinde bekleyen Marat’nın Ölümü’ nü satmaya çalışmış. (Robespierre düşünce tablo ona iade edilmiş)
Ancak on dokuzuncu yüzyılın ortasında Marat’ya kötü adam gözüyle bakılıyormuş, onu katleden Corday da kahraman sayılıyormuş, onun için pek ilgilenen olmamış. Sonunda, 1886’da, Belçika’daki Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi resmi armağan olarak kabul etmiş eser bugün de oradadır.
70 yaşından tarihî çalışmaları bırakarak mitolojik konulara ve samimi portrelere yönelmiş. Aralarında Gros, Görard ve Ingres‘in bulunduğu pek çok büyük sanatçı öğrencisi olmuş. Bir öğrenci düellosu sırasında, rakibinin kılıcı David’in yanağını delmiş. Sonuçta ortaya yüzünü çarpıtan, ağzını büken halim bir tümör çıkmış. Konuşmasını son derece zor hale getiriyormuş ve konuşmalarının neredeyse anlaşılmaz olduğu söylenir.
Marat’nın Ölümü – 1793 TUVAL ÜZERİNE YAĞLIBOYA – 165 X 128 CM – BRÜKSEL, BELÇİKA
Jean-Paul Marat, gazetesini kurmuş, radikal bir gazeteciymiş. Gazetesinde fakirlerin haklarını savunurmuş ve Kralcılar ondan nefret ediyormuş. Cilt hastalığını rahatlatmak üzere banyoda bulunduğu sırada Marat’yı, Charlotte Corday adında genç bir kadın öldürmüş. Corday, karşı devrimci hainlerin adlarını verme bahanesiyle içeri girmiş.
Yakalanmış, dört gün sonra giyotinde can vermiş.
Cinayetten önceki gün David Marat’yı küvetinde ziyaret etmiş, hatta siyasi muhalifler gazetecinin infazı için lobi yaptığında, ” Beni de katletmenizi talep ediyorum. Ben de erdemli bir adamım!” diye onu savunmuş. Marat’ya yakınlık duyan David, onu hayran olunacak bir kahraman olarak betimlemiş. Aynı konu o dönemde ve sonrasında birçok ressam tarafından resmedilmiş olmasına rağmen hiç biri David’in resminde oluşturduğu etkiye ulaşamamış.
Horace’ların Yemini 1785’te Salonda sergilediği resmi, büyük bir beğeni kazanmış ve antik dünyaya geri dönüşün başyapıtı sayılmış.
Resme konu olan hikâye şu şekildedir: Köylülerin bir kavgası Roma ve Alba arasında bir savaşa sebep olmuş. Bu savaştaki can kaybını önlemek için Alba kralı, her iki ordunun en iyi savaşçılarının çarpışmasını önermiş. Bu kahraman askerler, dövüşmeye başlarlar ve iki Romalı ölür. Buna karşılık, Alba ordusunun üçüz askerlerinin her biri yaralanır. Yalnız kalan Romalı Horatius, önce kaçar, ancak sonra geri dönerek, bir Albalıyı öldürür. Romalıların coşkulu desteğiyle diğer Albalıyı, üçüncüsü yetişemeden saf dışı eder ve nihayet son Albalıya karşı da üstün gelir.
Romalılar zafer kazanan yiğit Horatius’u çılgınca alkışlarlar. Bu esnada kızkardeşi onu karşılamaya gelir ve Horatius’un omzunda nişanlısı Curiatius’un pelerinini görünce gerçeği anlar ve yasa boğulur. Tüm Romalılar sevinç gösterileri yaparken; kız kardeşinin ölen Albalı nişanlısına ağlaması, Romalı kahramanı öfkelendirir ve Horatius, kılıcını kız kardeşine saplar ve şöyle der: “Düşmanına ağlayacak her Romalı kız işte böyle ölmeli!” Bu cinayet dolayısıyla Horatius yargılanır. Babası onu, Roma’ya zafer kazandırdığı gerekçesiyle savunur. Romalılar da ona hak verirler. Ancak, babası gene de ona sembolik bir ceza vererek: boyundan alçak bir engelin altından geçmesini ister ve böylece başını eğmeye mecbur bırakır.
Sokrates’in Ölümü tablosunu, 1787 yılında tamamlamış. Diğer eserlerinde Napoleon gibi ünlü tarihsel figürlere yer verdiği gibi bu tabloda da Plato tarafından yazılmış Phaedo diyalogunda anlatılan Sokrates’ın infazını konu edinmiş.
Sorguya çekildiği Atina mahkemesi tarafından öğretileriyle gençleri yozlaştırdığı ve şehrin inandığı tanrılara saygısızlık yaptığı gerekçesiyle M.Ö. 399’de Sokrates’in infazına hüküm verilmiş. İki seçenek sunulur Sokrates’e: Ya öğretilerinden feragat edip sürgüne gönderilecektir ya da zehir dolu bir kupayı içip yaşamına son verecektir.
Kaçma fırsatını kullanmak yerine öğrencilerine son bir ders vermeyi tercih eder. Ona göre bilinmeyenden korkmanın bir faydası yoktur ve bir filozof ölüme korkuyla değil, ruhun yüceliğiyle kucak açar.
Bir elini zehir dolu kupaya uzatırken bir eliyle gökyüzünü, ünlü idealar dünyasını gösterir ve onun için yas tutanlara ruhun ölümsüz olduğunu anlatır. David resmi tamamladığında FransızDevrimi’nde ikinci yılana girmişti.Peki David bu konuyu neden seçmişti? Düşüncelerinden dolayı ölüme “şehit” giden Sokrates, David’in yozlaşmış ve baskıcı Fransız hükümetine belki de en güzel karşı geliştir.